Ayrılma anksiyetesi bozukluğu (AAB), kişinin sevdiği biriden ayrılmaya yönelik yoğun kaygı ve korku duyması ile karakterize bir sorundur.1 Ayrılma anksiyetesinin, genellikle bebeklerde ve çocuklarda görülen bir sorun olduğu düşünülse de, bu sorunun gençlerde ve yetişkinlerde de gelişmesi olasıdır. Çocuklarda ve yetişkinlerde görülebilen ayrılma anksiyetesinde bir takım farklılıklar vardır. Çocukluktaki ayrılma anksiyetesindeki en temel fark, çocuğun ayrılmakta güçlük yaşadığı kişilerle ilgilidir. Bebekler ve çocuklar kendilerine bakım vereninden ayrılmaktan kaygı duyarken; yetişkinler genellikle çocuğundan, partnerinden, arkadaşlarından ayrılmaya yönelik anksiyete duyar.
Başlangıçta çocukları etkileyen ve çocukluk çağına ait olduğu düşünülen AAB yetişkinlik dönemine kadar uzanabilen ya da yetişkinlik döneminde de ortaya çıkabilen bir bozukluktur. AAB yaygınlığını ele alan bir çalışmada yetişkinlerin %4.8’inde AAB olduğu görülmüştür. Kültürel farklılıklar, sosyoekonomik faktörler gibi değişkenler bu yaygınlık oranını etkileyebilir. Cinsiyet farklılıkları açısından bakıldığında, kadınların erkeklere kıyasla AAB’na daha yatkın olduğu görülür.2
Ayrılık kaygısının etiyolojisine baktığımızda, genetik faktörlerin etkili olabileceğini gösteren çalışmalar vardır. Yapılan bir ikiz çalışmasında, çocuk ve ergenlerin ayrılık kaygısı belirtilerinin %40’nın kalıtımsal olduğu değerlendirilmiştir.3 Bu durum, yetişkinlikte görülen ayrılık kaygısının da genetik temelleri olduğunu göstermektedir. Genetik faktörlerin çevre ile etkileşimi ayrılma anksiyetesi bozukluğu riskini artır. Çocukluk dönemindeki travma deneyimleri, erken yaştaki ayrılıklar kişilerin terkedilme kaygısını artırabilir. Bu durum, gelecekte ayrılmakla ilgili daha fazla kaygı deneyimlemelerine sebep olabilir. Ayrıca stresli yaşam olayları deneyimlemek; taşınma, işten ayrılma, kayıpların olması gibi durumlar da ayrılma anksiyetesi bozukluğunun ortaya çıkmasına neden olabilir.4 Önemli bir diğer etken bağlanma stilleridir. Çocukluk döneminde bakım verenle kurulamayan güvenli bağlanma, sonraki gelişim dönemlerinde diğerleriyle kurulan ilişkilerin güvensiz olmasına neden olabilir. Güvensiz bağlanma stillerinin, ayrılma anksiyetesi bozukluğu olan kişilerde daha yaygın olduğu ve güvensiz bağlanma stillerinin ayrılma kaygısının gelişiminde önemli bir faktör olduğunu görülmüştür.5 Bunlara ek olarak ebeveynlerin aşırı koruyucu olması, sınır koymama gibi olumsuz ebeveyn tutumları da ayrılma anksiyetesi bozukluğu riskini artırabilir.6,7
Sevilen kişilerin başına kötü bir şey gelmesinden veya onlardan uzun süre ayrı kalmaktan belli düzeyde kaygı duymak normaldir. Ancak ayrılma anksiyetesi yaşayan kişi, bu kaygıyı çok yoğun yaşar. Bu sebeple, hem kendi hayatını hem de ayrılmakta güçlük çektiği kişilerin hayatlarını kısıtlar. Sevilen kişiyi kaybetme, hastalık ya da felaketler gibi olası olumsuzluklar hakkında sürekli ve aşırı endişe hali görülür. Kişi, ayrılma korkusu nedeniyle okula, işe ya da başka bir yere gitmek istemez ya da gitmeyi reddeder. Bu kişiler, sevdiklerinden ayrıldığında ya da ayrılacağını düşündüğünde baş ağrısı, mide bulantısı, kusma vb. gibi fiziksel belirtiler yaşarlar. Ayrılma anksiyetesi bozukluğu yaşayan kişide, kaygı yaratan durumlar aşağıdaki gibi sıralanabilir:8
Ayrılma anksiyetesi bozukluğunun teşhisi kapsamlı değerlendirme yapmayı gerektirir. Öncelikle ruh sağlığı uzmanı tarafından ayrıntılı bir klinik değerlendirme yapılır. Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı DSM-5’te ele alınan ayrılma anksiyetesi semptomları değerlendirilir.8 Buna ek olarak, anksiyete değerlendirme ölçekleri kullanılabilir. Böylece kişinin anksiyete düzeyi ölçülmüş olur. Bu süreçte aile görüşmeleri ve değerlendirmeleri yapmak kişinin yaşadığı sorunla ilgili daha sağlıklı bilgi alınmasına yardımcı olur.
Ayrılma anksiyetesi bozukluğu için tedaviye erken başlamak ve düzenli devam etmek, tedaviden iyi sonuç alınması için önemlidir. Böylece kişinin işlevsellik düzeyi artarken, ayrılma anksiyetesi semptomları azalır.
Ayrılma anksiyetesi olan kişi, sevdiklerinden uzak kalacağı durumlardan devamlı kaçınır. Örneğin şehir dışında okumayı istemeyebilir, işe gitmekte zorlanabilir, seyahate çıkamayabilir. Bunun yanı sıra kişi, sevdiklerini korumak için aşırıya kaçan önlemler alır (örn. kaza yaparlar diye araç kullanmalarına izin vermez). Bu gibi tedbirler ve kaçınma davranışları kişinin deneyimlediği kaygıyı bir süre için azaltır. Ancak kişi kaçındığı sürece; kaygıyla baş edebilmeyi, kendi başına olduğu zamanlarda hayatını işlevsel olarak devam ettirebilmeyi öğrenemez. Dolayısıyla sevdiklerinden ayrı kalması gereken her durumda tekrar kaygılanır. Kişi bu şekilde kaçınarak, kaygılarının bir süre için önüne geçse de uzun vadede ayrılma kaygısı devam eder.
Ayrılma anksiyetesi bozukluğunda birinci basamak tedavi yöntemi genellikle psikoterapidir. Bazen hekimler tarafından ilaç tedavisi uygulanabilir. İlaç tedavisinde, sıklıkla anksiyete bozukluklarında kullanılan SSRI ve SNRI’lar kullanılır. Burda serotonin ve norepinepinefrin düzeylerini artırmak hedeflenir.
Ayrılma anksiyetesi bozukluğunun etkili tedavisi
Bilişsel Davranışçı Terapi yani kısa adıyla BDT, anksiyete bozukluklarının tedavisinde etkisi gösterilmiş bir terapi yaklaşımıdır.9,10,11,12 BDT ile yürütülen seanslarda kişi, ayrılma kaygısı yaratan ya da kaçındığı durumların aşamalı bir şekilde üstüne gider ve beklediği felaketlerin (yapayalnız kalma, sevdiklerin başına kötü bir şey gelmesi gibi) gerçekleşip gerçekleşmediğini görme fırsatı bulur. Kişi ayrılma kaygısı yaratan durumların üstüne gittikçe ve beklediği olumsuz sonuçların çoğu zaman gerçekleşmediğini gördükçe kişi zamanla daha gerçekçi değerlendirmeler yapmaya başlar ve sevdiklerinden ayrılırken hissettiği kaygıyı tolere edebilmeyi öğrenir. Ayrılma anksiyetesi bozukluğu tedavisinde kişinin ayrılmakta güçlük çektiği kişilerden ayrılırken kaygısını yönetebilmesi, kendi başına kaldığında hayatının işleyişine devam edebilmesi, farklı sosyal bağlar kurabilmesi ve kazandığı işlevsel davranışları sürdürebilmesi hedeflenir.
Ayrılma anksiyetesi bozukluğu olan 36 yaşında kadın, evden işe gitmek için dahi ayrılmak istemiyor, evin dışında güvende hissetmiyordu. Benzer şekilde, evden ve ailesinden ayrılmak istemeyen 20 yaşında bir genç, aile üyelerine ulaşamadığında yoğun endişe ve kaygı duyuyor; onların yanından ayrılmıyor ve onların hastalanmasına ya da ölmelerine yönelik yoğun endişe duyuyordu. BDT ile yürütülen seanslar bu kişilerin, ayrılık kaygısı yaşadıkları insanlardan ayrılırken hissettiği kaygıyı tolere edebilmelerine ve yaşamın çeşitli alanlarındaki işlevselliklerinin artmasına katkı sağladı.
Ailede ayrılma anksiyetesi bozukluğu öyküsü ve genetik yatkınlık, AAB’da başlıca risk faktörlerindendir. Bununla beraber travma ve kayıp deneyimleri, stresli yaşam olaylarının varlığı, ebeveyn tutumları, erken dönem gelişim özellikleri ve bağlanma stilleri, mizaç özellikleri ayrılma anksiyetesi bozukluğu için risk faktörleri arasındadır.
Ayrılma anksiyetesi bozukluğunda korunma yolları, öncelikle sağlıklı ilişkilerin kurulduğu, güvenli ve destekleyici aile ilişkilerinin varlığıdır. Çocukla kurulan güvenli bağlanma, duygusal destek ve olumlu cesaretlendirici ebeveyn tutumları hem çocukluk hem de yetişkinlik dönemindeki ayrılma anksiyetesini azaltabilir. Ayrılma anksiyetesi sorunları ortaya çıktığında; erken müdahale ve etkili bir terapi, kişinin kaygı ve endişelerine yönelik gerçekçi değerlendirme yapmasına fırsat verirken, kaygıyı tolere etmeyi öğrenmesini de sağlar.
Ayrılma anksiyetesi, toplumsal ve kültürel özelliklerden etkilenebilir. Örneğin sıkı aile bağlarının olduğu, iç içe geçmiş ailelerde bu bağların güçlü olması ayrılma anksiyetesinin artması etkileyebilir. Ayrıca toplumun; ayrılmak ve bağımsız olmakla ilgili olumlu ya da olumsuz tutumları, aile ya da yakın ilişkilerdeki bağlılıklar ile ilgili beklentileri ayrılma anksiyetesi üzerinde etkili olabilir. Göç etmek ya da azınlık olmak da kişinin bulunduğu ortama daha fazla bağlanmasını ve yeni bir kültüre adapte olmasını engelleyebilir ve ayrılma anksiyetesini tetikleyebilir.
Ayrılma anksiyetesine yönelik gelecek araştırmalar; etkili psikoterapi yöntemleri uygulamalarını, erken tanı ve müdahale yöntemlerini ve yüz yüze geleneksel psikoterapiler dışında, diğer ortamlarda çevrim içi uygulamaları ve sanal gerçeklik uygulamaları gibi müdahalelerin etkisini ele alabilir.
Ekibimiz Prof. Dr. Ebru Şalcıoğlu’nun BDT Eğitimlerini tamamlamış, süpervizyonu altında klinik deneyim kazanmış, geliştirdiği model çerçevesinde çalışan klinik psikologlardan oluşmaktadır.